24 Nisan 1915’de yayınlanan genelge üzerine yüzlerce Ermeni entelektüelin ve gazetecinin tutuklanmasıyla başlayan Ermeni Soykırımı, takibinde çıkarılan Tehcir Kanunu’yla daha önce öngörülmemiş bir vahşet raddesine ulaştı. Bu yadsınamaz zorunlu sürgün ve imha faaliyeti, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Balkan Harbi sonrasında benimsediği Türkçü etnisite mühendisliği siyasetinin en acımasız ürünüydü.
Fakat, her şeyden önce soykırım hukuki bir kavramdır. Türkiye vatandaşlarına ise, cumhuriyetin ilanından bu yana Türk iç ve bilhassa dış siyasetini, Türk-Ermeni ilişkilerini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin diğer bütün azınlık gruplarına yönelik tavrını büyük ölçüde şekillendiren bu soykırım gerçeğine karşılık çok kritik bir görev düşmektedir. Hukukun ve demokrasinin üstünlüğünü arzulayan her bireyin devletin tarihsel ve kurumsal kimliği içerisinde kök salmış bu inkârcı siyaset karşısında geçmiş suçlarla yüzleşme ve hesaplaşma talebinde ısrarcı olması, “Dünya üzerinde bir daha soykırım ve inkar yaptırımsız kalmayacak.” mesajını vermek adına büyük bir önem teşkil etmektedir. Nitekim, geçmişle yüzleşmek ve işlenen suçları kabul etmek, gelecek nesillere miras bırakılan siyasi travmaların ve etnik-dilsel-dinsel ayrışma hatlarının ortadan kaldırılmasına yönelik atılacak doğru bir adımdır.
Bu doğrultuda, uluslararası anlaşmalara uygun hareket etmek ve sivil toplum örgütlerinin çağrılarına kulak asmak hem insani hem de ahlaki bir görevdir. Birlikte Yaşam İçin Berlin İnisiyatifi olarak prensip bellediğimiz insanlığa karşı işlenen her türlü suçun cezasını bulması çağrımızı Ermeni Soykırımı hususunda da sürdürüyor, soykırımda hayatını kaybedenleri saygıyla anıyoruz.